2 Ağustos 2015 Pazar

Duvar Gibi Adam Olmak


Ve fena halde ciddi bir üslupla, perdeleri çekip loş bir ortam yaratıyoruz, kendi dilimiz ile konuşmaya başlıyoruz... (Ne olduğunu unutanlar için hatırlatma)
ve ben dedim ki...
Duvar gibi adam olacaksın kardeşim ! Duvar gibi. Öncelikle bir gölgen olacak. Saatten saate değişen; hadi bilemedin mevsimden mevsime yer değiştiren... ama bir gölgen olacak kardeşim... Uzayıp kısalan, ama oynak olmayan.
Duvar gibi adam olacaksın kardeşim... Boya, badana; o işler hikâye...Taş duvar olacaksın, pütür pütür olacak yüzeyin. Üzerine yaslanan kütür kütür hissedecek seni... Neye benzediğini bilecek.
Taşları üst üste koyup duvarı örerken harç bittiğinde, icabında kendi bokunla harç 
karacaksın... Kendin gibi kokacaksın. Duvar gibi adam olacaksın kardeşim !
Öyle gotik, butik, etnik, gutnik değil. En düzünden duvar olacaksın. Seni ya aşacaklar, ya yıkacaklar. Bunu bile bile dimdik duracaksın. Yıktıklarında molozlarından başka bir adam yapamayacaklar. Yıkıldın mı duvar gibi yıkılacaksın. Fazla toz duman etmeden, taş üstünde taş bırakmayacaksın. Efendice gideceksin yani.
Seni aşacaklar kardeşim... şaşırmayacaksın.
Kendi gölgene aşık olmayacaksın. Gölge dediğimiz serinlik, her ne kadar aşkın iklimi olsa da, bu füsunkâr manzaraya kendin için kanmayacaksın. Seni aşana saygı gösterecek, yeri geldiğinde “yetemedik ulan” diyebileceksin. Bunu diyene kadar, öyle dimdik duracaksın gelip aşsınlar diye. Yenilmeyi bileceksin.
Nasıl olsa, aşanlar da aşınacak diye teselli kazacaksın gelecekten. Alabildiğine 
çirkin, olabildiğince kendin; dünyanın orta yerinde, omphalos misali dikileceksin.
Sadece durmakla kalmayacaksın. Durduğun yerden yaracaksın dünyayı, tam göbeğinden. Baktın elinin ayarı kaydı, ayırdığında eşit iki parça olmuyormuş bilmem neyine takmayacaksın. Zaten adalet dediğin her şeyi ortadan ikiye bölmek değildir. Kim ne tarafa düşüyor ona bakacaksın.
İyiyi kötüyü birbirine karıştırmayacaksın. Bu dünyada araf senin ayaklarının dibi olacak; bir yanında cennet, diğer yanında cehennem uzanacak. İnsan olana kuş tüyünden yastık, olmayana kor ateşten rastık sunacaksın.
Dergâh kapılarında dilenmeyeceksin. Ayıp mı olur acaba demeden, sonradan edinilmiş mahcubiyetlere girmeden, 'Yemişim dergâhınızı, kim ulan imamınız!' diye soracaksın. 
Kapıların gönlünün hoş olmasını beklemeyeceksin. Güleceksin; Açılmaya değil kapanmaya yazmış kendini diyerek geniş geniş güleceksin.
İnadına kapıların karşısına dikilmiş duvar olacaksın kardeşim. Öyle her isteyen içinden geçemeyecek. Üzerine çıkabilirler, dibine işeyebilirler. Az biraz pis kokar ama tiksinmeyeceksin. İnsan insanın gübresidir, ikrah getirmeden evvel bir kez daha düşüneceksin.
Büyük adamların yamacında olmayacak inşaatın. Küçük insanların bahçesine yakın dikeceksin duvarını. Yaklaştıkça küçülen insanlardan seçmeyeceksin dostlarını. Çocuklarla dost olacaksın. Madem ki, bu dünyada 'sevgi' diye bir zırvalığı icat ettik, 
bu sahte mücevherin tek ve biricik kaidesi olarak çocukların mutluluğunu kabul edeceksin.
Dört kitapta yazan ne varsa çocukların ellerinde gizlidir... Çocukları seveceksin. O çelimsiz güçsüz parmaklara dokunduğunda yol değil yön bulacaksın. Nereye değil, ne yöne gittiğini dert edinmeye başlayacaksın. Bilmediğin şeylerin emareleri belirecek zihninde... Zaten, bilgelik dediğin, bilmediğin şeylerin sezgisine sahip olmaktan başka nedir ki ?
Bir çocuğun sana doğru uzanmış iki avucu arasındaki boşluk, kainatın en kıymetli rahlesinin himayesinde ışıyan bir bilgelik ihtimalidir. O boşluğu doldurmak, alfabene telaffuzu gayr-ı kâbil harfler kazandırır. Altın harfler değil. Tahtadan, çamurdan, gölgeden, gülüşten, kertenkelenin kuyruğundan, çekirgenin bacağından harfler.
O harflerle yazılan şiirler, o çocukları onlar yaşlandığında bir yerlerde bulur.
Okunmaz şiirler yazacaksın. Kendi yolunu ve gözlerini bulacak şiirler asacaksın duvarına. Haritaları değil, köpeklerin yalnızlığını ve kedilerin merakını kılavuz edineceksin. Hattı zatında onların heceleriyle, yıldızların arasındaki hayali çizgilerin üzerine yazacaksın hayatın ne kelek bir durum olduğunu. Bize öğretilen hemen pek çok şeyin, ya ehemmiyetsiz ya da yalan olduğunu.
Hakikat diye bir şey varsa - ihtimal o da yalan- onu aramanın tek kişilik bir mesai olduğunu bilerek ve elin varırsa, hep bir kaleme yaslanarak var olacaksın.
Uzviyetin, cismaniyetin; hasılı mevcudiyetin bir cevap olacak kendine.
Duvar gibi olacaksın ve gölgene sahip çıkacaksın kardeşim !
Hayatı, adam olmayı, kardeşliği ve ilm-i siyaseti biraz da başkalarından öğreneceksin. Kendi aklının çölde bir vaha olmadığını bilecek, başkalarının aklından da otlanacaksın. Her şeyi bilmek zorunda olmadığını fark ettiğinde, bildiklerin seni daha güçlü besliyor olacak.
Dünyaya kıçıyla dayanmış sözde civanmertlere vermektense, tek damla gözyaşıyla bir ormanı yeşerten samimilere vereceksin gölgeni. Sana ahlâk diye dayatılan manzumenin, gerçekten erdemli bir duruş olup olmadığı düşüneceksin. İki yüzlü ittifakların, coşmuş kalabalıkların salyasından süzülmüş ilkesiz değerlerin peşinden gitmeyeceksin. Sırf kendisi olduğu için suçlanan bir insanın, açıkça ya da gizlice 
sığınabileceği bir kovuğun olacak.
Serin olacaksın.
Serinliğin böyle limonata tadında bir şey olacak... Seninle gülecek, sana gelecek insanlar. Her birinin saçlarının arasından nane yaprakları toplayıp tekrar onlara sunacaksın. İnsanları serinleteceksin kardeşim.
Öte yanın çöl gibi kupkuru olacak. Dölleri paçalarından akan haz arsızlarını, tek darbe ile o çöle gömeceksin. Bir yanın mezarlık olacak yani... Öyle uzun uzun okuyup üflemeden, hepsini layık oldukları biçimde kefene sarıp, dikine dikine sokacaksın kuma. Kefen dediysem naylon torba yani. Solucanların ve kurtçukların midesini; satıhta yaşayanların, vasatlığa meftun olmuşların, başkası için iyi bir şey yapmamışların, bir çiçeği sulamamış, bir köpeği okşamamış, bir dananın gözlerinin içine bakmamış olanların kirli bedeninden korumak da senin işin.
Şâkülü düzgün, boyasız, hesaplanmamış bir duvar olacaksın kardeşim. Seninle konuşanlar, bir duvarla konuşuyormuş gibi hissediyorum diyecek. Ketum olacaksın. Sırdaşlığın tek ve biricik şartı önce ağzına duvar örmektir. Dişlerinin arasından söz değil ışık sızmayacak.
Duvar gibi yaşayacaksın kardeşim ! Gün gelip bu dünyada işin bittiğinde, yıkıntılarından geriye bir şey kalmayacak. Toz olup gideceksin. Yokluğun da varlığın gibi ağırlık yapmayacak dünyaya. Yük olmayacaksın. Senden kalan malzeme geri dönüştürülebilir 
olmayacak; hortlamayacaksın yani. İşin bittiğinde efendice gideceksin başka alemlere. Orada da sana iş bulurlar merak etme. Bir yerde işin bittiğinde tırnaklarını geçirmeyeceksin.
Kendine benzeyeceksin kardeşim. Aynadan ve taştan başka servetin olmayacak. Aynayı kendin sırlayacaksın. O cam yüzeyin arkasına aldığı karanlıkla neyi, nasıl yansıttığını iyi bileceksin. Samimi olmayan aynalarda kendini izlemeyeceksin. başkasının aynası tuzaktır. Kendi aynana inanacaksın. Kendi hakikatinin tek şahidi sen olacaksın, sahiciliğinin tanığı herkes.
Kendi hakikiliğinin izini başkalarına kazımaya çalışmayacaksın. Eğer sen hakiki biriysen 
bunu senden biliriz, senin hakkında söylenebileceklerden değil.
Çakma hayallerden, pagan ritüellerinden aşırma usullerle değil; kendi şarkını söyleyerek, birbirine çarpa çarpa yontacaksın taşları... Kalın, kaba, kallavi harfler gibi dizeceksin yan yana ve üst üste. İncelmeyeceksin. Her dem ince olacaksın. Çünkü yarı 
küremizde samimiyetsiz incelikler, şiddet ve cehalet kadar büyük bir günahtır. Kalın, boğumlu ve çirkin parmaklarınla bir menekşe yaprağı kadar ince olacaksın. Taşlara sürtünmekten kanayan elinin tersiyle alnındaki teri sildiğinde, alnına bir yazı yazılmış olacak ve bu yazıyla ışıyacaksın.
Ve nihayet o gün gelecek.
Önce sinekler uçuşacak üzerinde, sonra kertenkeleler kıpırtısız tutunacaklar ve sonra tüm tabiat. Çünkü yaşam ışığı sever. Değil mi ki, ölünce parlak bir ışık gördüklerini söyler ölüler... İşte o gün geldiğinde, tabiat seni iyilik ve şefkatle örter. Başucuna dikecekleri o yontma taş, aklına getirmediğin ne çok şey söyler. En güzel rüya başlamıştır artık.
Aradan birkaç zaman geçer. Dinlendiğin yerde yanına bir komşu gelir.
Onu toprağın serinliğine teslim edenlerden bir kaçı senin üzerindeki toprağa basar. İçlerinden biri uyarır: Mezara basmayın!
O zaman dilin çözülür, seslenirsin aşağıdan: Basın ulan basın! Diri iken ezemediniz; ölüyken hiç ezemezsiniz beni!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder